31 May 2016

Ebeveyn Kitapları 1


Snapchatten bir arkadaş tavsiye edebileceğim ebeveyn kitaplarını sormuştu. Hepsini buraya yazmam çok zor ama en beğendiklerimi eklemek istiyorum.

Bu biraz göreceli bir durum benim sevdiğimi siz sevmeyebilirsiniz. Kitaptan ne beklediğiniz de önemli. Tabii ki sihirli bir değnek dokunup 2 yaş krizinizi çözmüyor :) Ya da okuduklarımız her çocuk üzerinde uygulanmıyor.

"Kitaplarla çocuk büyütülmez" buna da katılıyorum. Ama böyle diyerek pedagogların, uzmanların yazdığı gerçekleri de göz ardı edip okumamazlık etmiyorum. Sizde etmeyin.


Prof.Dr. Bengi Semerci' nin cinsellikle ilgili bu kitabını sanırım 3 kere okumuşumdur. Bloğuma da daha önce yazmıştım. (TIK TIK) Hala takıldığım noktalarda altını çizdiğim yerleri açar okurum. Bebeklikten, ergenliğe kadar çocukların sorabileceği tüm sorulara hazırlıklı olmanızı sağlayan bir kitap. Nasıl bir konuşma yapabileceğinizi anlatan konuşma metinleri de mevcut. Kopya çekerek eşim bile Yağız'la oturup bu konuyu konuşmuştu. Cinselliği artık tabu olmaktan çıkarıp çocuklarımızla rahatça konuşabilmeliyiz. İnternetten veya arkadaşlarından öğreneceğine tüm sorularının cevabını anne babasından öğrenmesi benim için en doğrusu.

Etkin Dinleme
Çocukla iletişim kurmak adına bir sürü yazım var. Bu konu da önerilen bütün kitapları da okuyabilirim. Çünkü annelik üzerine sağlam tecrübe kazanmak istediğim tek konu çocuklarımla doğru iletişim kurabilmek. Bu kitabı da bir annenin önerisi üzerine almıştım. Daha yeni bitirdim ve favorilerim arasında. 
Çocuğunuzun ne hissettiğini nasıl anlarsınız? 
Azarlamadan ya da cezalandırmadan ona nasıl yol gösterirsiniz?
Çocuğunuz isteklerinde ısrar ettiğinde ne yapmalısınız?
Onunla doğru iletişim kurabilmek için hangi yolu izlemelisiniz?
Çocuklar mutluysa anne babalar da mutludur, ya da tam tersi. İki tarafın da mutluluğuna giden yol, doğru iletişimi kurmaktan geçer. Çocuklar genellikle anne babalarının kendilerini anlamadığını düşünür, anne babalar da çocuklarına söz dinletemediklerinden şikâyet ederler. İletişim sorununu çözmek ise yetişkinlerin sorumluluğundadır. Bunun ilk adımı da yaşı kaç olursa olsun çocukların da birey olduklarını unutmamaktır.

Anne babalar ile çocuklar arasındaki iletişim sorunundan yola çıkan Adele Faber ve Elaine Mazlish, bu kitapta anne babaların "Çocuğumla nasıl iletişim kurabilirim?" sorusuna yanıt arıyorlar. Çocukların duygularına gerçekten saygı göstermenin ve ceza yerine yaratıcı çözümler sunmanın onların kişilik gelişimi için önemini ortaya koyuyorlar. Örnek diyaloglar ve karikatürlerle uygulaması kolay yöntemler sunuyorlar. 

Konuş ki Dinlesin Dinle ki Konuşsun sadece anne babalar için değil, aynı zamanda eğitimciler için de destekleyici, samimi ve etkili yöntemlerin olduğu bir rehber niteliğinde.
(Tanıtım Bülteninden)

ebeveyn kitapları
 Başarı EVDE Başlar bunu kabul etmeyen yoktur sanırım. Kitap içerisinde katılmadığım, beğenmediğim noktalarda var. Ama genel anlam da anlatımı çok sevdim. İlmik ilmik işlenerek başarılı çocuklar yetiştirmek mümkün ve sağlıklı aile ortamı çocukların geleceğine büyük bir etkendir.

Doğan Cüceloğlu için bugüne kadar olumsuz yorum yapanı hiç duymadım. Okuyup bir kenara atacağınız kitapları yok aksine rehber niteliğinde elinizin altında bulundurabileceğiniz tarzda kitaplar olduğunu söylebilirim. Başarıya götüren aile kitabını özellikle çocukları sınavlara hazırlanan ailelere tavsiye ederim.
Bu kitap, çocuğunun başarılı olması için, “Çok çalış oğlum/kızım,” demenin ya da tüm maddi olanaklarını seferber etmenin ötesinde bir şeyler yapmak isteyen anababalara yol göstermek amacıyla yazıldı.
Her anababa, okul başarısı için çocuğuna yardımcı olmak ister. Ama öğrenme sürecinin bilimsel temellerini kavramadan atılacak her adım, iyi niyetli de olsa, çocuğu engelleyebilir.
Başarıya Götüren Aile, sınav döneminde çocuklarına destek olmak için doğru ve etkili yöntemler arayan tüm anababalara kılavuzluk edecek.

içimizdeki çocuk

Yine bir Doğan Cüceloğlu kitabı. İçimizde ki Çocuk biraz ağır bir kitap. Sabırla okumak gerekiyor ve bu kitap sayesinde kendi çocukluğuma, yaşadıklarıma gittim. Yaşadığım, büyüdüğüm ortamın bana etkilerini düşünmeden edemedim. Kısaca kendiniz için okuyabileceğiniz bir kitap olduğunu belirtebilirim. 2 kere okudum hala kendimle hesaplaştığım anlarda açıp okurum.
... 'İçimizdeki Çocuk', yaşamımıza yön veren güçlü bir varlıktır. İçimizdeki Çocuk ve İçimizdeki Ana-Baba, duygu, düşünüş ve davranışlarımızı sürekli yönlendirdiği halde, çoğu kez onların varlığından bile haberdar olmayız.
Bu kitap, içinde yetiştiğiniz ailenin ve yakın çevrenin sizin iç dünyanızı ve şimdiki duygu, düşünüş ve davranışınızı nasıl etkilediğini incelemektedir.

Şimdilik ebeveyn kitapları arasında favori 5 kitabımı yazdım daha yazmak istediğim bir kaç kitap var. Sizlerinde önerebileceği kitaplar varsa mutlaka yazın ;)

Sevgiler,











devamı »

26 May 2016

Kitap OkuMAyan Anne/Baba Yanlış Rolde

Okumayan Anne Babanın Okumayan Çocuğu Olur

Yukarı da ki bu sözün ne kadar doğru olduğunu az çok hepimiz biliyoruz.

Herkes deniz diyor, yüzmeyi öğreten yok.
Herkes balık diyor, tutmayı   gösteren yok…
Taş devri, bakır devri,tunç devrinden… geçen insanlığımız; cilalı imaj devrinde ve görselliğin egemenliğinde boğuluyor; tüketim çılgınlığının nesnesi olarak can çekişiyor. Madde insanın  yeni putu…Görüntü(imaj)  tek belirleyen…Jean Baudrıllard’ın  anlatımıyla bir algısal yanılsama (similasyon) altındayız…    Medyatik uygarlık günümüz toplumlarını  ‘ışık hızında yayılan sembol dünyasında’ yaşatıyor.  Televizyon, büyülü yeni bir din gibi… Postmain’a göre televizyon, hoşumuza giden konularla bizi oyalayarak önemli konuları dikkatimizden kaçıran görsel bir şiddet uyguluyor…
BEN NEYİ OKUYAYIM?
ÇOCUĞUMA HANGİ KİTAPLARI  ALAYIM?
En önemli sorunsa, biz ve çocuklarımız neler okumalı? Unutmamak gerekir  ki günümüzde  okuma araştırması yeni bir bilim dalıdır. Kitap okumanın bilimi ve anayasası “Her okuyucuya göre bir kitap, her kitaba göre bir okuyucu vardır.” diyor. (Kitap anayasası  madde 1,2)
Uzmanlar, “Bir kişiye kitap  önermek, hastaya ilaç  önermeye benzer.Yanlış kitap, yanlış ilaç gibi  beklenenin  tersine  sonuç verir.” derken     doğru seçimin önemini vurguluyor. Çocuk yaşlarda  kitap okumadan uzaklaşmamız,okumaya yanlış kitaplarla başlatılmamızdan kaynaklanıyor. Bir çocuğun sevdiği bir kitabı bütün çocukların seveceğini  sanmak en büyük yanlışımız. Çocuğunuzun  yaşam boyu   okuyan ,öğrenen,sorgulayan,analitik düşünebilen, Türkçeye egemen,özgüveni tam bir  birey olarak  yetişmesi  için  ders  dışı  kitaplar da  okumasının  çok önemli olduğu kanıtlanmıştır. Bu  nedenle çocuğunuza  ders dışı  okumak için   kitap almaktan vazgeçemezsiniz. Ancak, alırken  nelere dikkat edilmesini, bilmeniz  gerekir.
KİTAPLA BÜYÜYEN ÇOCUKLAR DAHA ZEKİ OLUYORLAR
YA-PA Okul Öncesi Eğitim Semineri’nde kitabın çocuk için ne denli önemli olduğu anlatılıyordu :
(1)“Çocuğun yetiştirilmesi, beden-ruh ve kafa olarak ilkokula hazırlanması, incelik isteyen, sabır ve bilgi isteyen önemli bir iştir. Doğduğu andan başlayarak duyduğu ninniler, konuşmalar, sesler -ötüş, havlama, miyavlama, vb. dahil- kendisine okunan veya anlatılan masallar, sorulan bilmeceler, ezberletilen şiirler, tekerlemeler, söyletilen şarkılar hep dil ve düşünce gelişmesini biçimlendiren uyaranlardır. Bu zihni gelişme ilerde onun davranışlarının zihinsel temelini oluşturur. Bunlar olmadığı zaman insan yavrusunun bebelik ve ilk çocukluk döneminde dil gelişmesi yavaşlar, yavaşladığı için de çok iyi beslenmiş olsa bile vücutça sağlam, kafaca -konuşma ve düşünme yeteneği ve becerisi bakımından- yaşıtlarına göre geri olur. Bu geri kalmanın ömür boyu sürdüğünü, aradaki farkın kapatılamadığını ileri süren yazarlar da var.
Konuşma ve düşünme becerisi gelişmemiş bir çocuğun ilkokulda anadilini okumayı ve yazmayı çabucak ve zevkle öğrenmesi beklenmemelidir. Okul öncesi dönemde kazandırılması gereken kitap-defter-kalem ile oynama alışkanlığı, zevki ve becerisi çocuğun ilkokula başladığı dönemde bu eşyaları yadırgamamasına, onları severek kullanmasına yol açar. Okuma söküldükten sonra yalnız ilkokul döneminde değil, ömür boyu okuma becerisinin amaca uygun, iyi ve güzel kitaplarla beslenmesi gerekir.
Resimli kitap 2-4 yaşlarında çocuk için başka oyuncakta bulunmayan sihir ile doludur. Onu eline aldığı zaman anlamak için yardıma gereksinim duyar. Yetişkin resimli kitap içindekini çocuğa anlatırken çok yanlı doyum sağlamış olur çocuk. Bunlar :
1 – Gördüğü şekilleri algılamayı öğrenme
2 – Dinlediği sözleri anlamayı öğrenme
3 – Hafızayı geliştirme
4 – Hayal gücünü besleme
5 – Yetişkinle kurduğu beraberlikten memnun olma
6 – Kitabın -yapraklarını, kapağını vb.- nasıl kullanacağını öğrenmedir.
Bütün bunlar çocukla yetişkin arasında kitapla oyun oynarken gerçekleşir. Şayet çocuğu seviyor, onu yetiştirmekten haz duyuyorsa yetişkin de bu beraberlikten oldukça kârlı çıkar. 
Bir yaşına geldiği zaman çocuğun kitapla ilişkisi kurulmaya başlar. Bu ilişki her çocuğa göre değişir. Bazen daha erken, bazen de daha geç olabilir. Çocuğu zorlamadan ne kadar erken başlarsa o kadar iyidir. İlk dönemde kitap eğlendirici oyuncak gibidir. Çocuğun kitapla karşılaşması önce sadece resimle olur. Daha sonra resim-sözcük, resim-tümce, resim-tümceler, resim öykü, az resim-çok öykü, nihâyet doğrudan veya başka konularda resimsiz metinlere doğru bir gelişme süreci izlenir.
Okuma alışkanlığını sürdüren gençler gözlemci, araştırıcı, eleştirici bir kafaya sahip olur. Böyle kafalardan ilerde yalnız yazınsal alanlarda değil meslek dallarında da kitap yazan insanlar ortaya çıkar.
Dünya   Çocuk  Edebiyatı ve  Okuma  Araştırması Enstitüsü  Müdürü
Richard Bamberger’in ANNE BABALARA  önerileri :
-Anne babalar  çocuklarına yüksek sesle ve sıkça hikayeler okuyabilir ve anlatabilirler.
-Çocukların gereksinimlerine ve yaşına göre evlerinde kitaplık oluşturabilirler.
- Ailece belli zamanlarda, belli bir sürenin okumaya ayrılmasını sağlayabilirler
- Çocuklarına okuduklarının önemini anlatabilirler
-Çocuklarını verdikleri harçlıkların bir kısmını kitap almak için harcaması konusunda eğitebilirler.
Çocuklara Okuma Alışkanlığı Kazandırılması Konusunda Prof. Dr. Bülent Yılmaz’ın Dikkat Çektiği Dört Nokta:
1. Çocukluk dönemi kişiliğin oluştuğu dönemdir
2. Okuma, sağlıklı ve gelişmiş bir kişiliğin temel taşlarından birisidir.
3. Ebeveyn ve öğretmen, çocuğa okuma alışkanlığı kazandırma ve geliştirmede doğrudan sorumlu kişilerdir.
4. Okuma alışkanlığı, ancak çocukluk döneminde kazanılır. Bu dört noktanın bilincine varılması, çocukların okuma alışkanlığı kazanmasına etki eder. Genel olarak ebeveynin çocuğuna göstereceği ilgi ve vereceği destek çocukların bu gün ve gelecekte okuyan ve ne istediğini bilen bireyler olmasını sağlayacaktır.
Kaynakça :
1. Bamberger, R. (1990). Okuma Alışkanlığını Geliştirme. Çev.: Bengü Çapar.
Ankara: Kültür Bakanlğı
2.  Gönen, Mübeccel, Elif Çelebi Öncü ve Sonnur Işıtan. (2004). “”İlköğretim 5.,6. ve 7. Sınıf Öğrencilerinin Okuma Alışkanlıklarının İncelenmnesi””, Milli Eğitim Dergisi, 164.
 www.okuyantoplum.com yazının tamamını bu siteden okuyabilirsiniz. Gerçekten kitap okumanın faydalarını çok güzel açıklamışlar.
Sevgiler,




devamı »

24 May 2016

Kendi Kendine Oynayamayan Çocuklar

pakolino

10 yıldır anneyim ilk çocukta başarılı olup 2.çocukta uyku dan sonra darbe yediğim konu da budur.

Bunun öğretilebilen bir davranış olduğuna inanıyordum taa ki Ela ile tanışana kadar.

Şöyle 3-4 yıl öncesine Ela sız dönemlere gidiyorum. Tek çocuğum var maşallah yatırıyorum odasında kendi uyuyor, dakikalarca odasında yalnız kalıp oynayabiliyor, oyuncak toplama vakti diyorsun topluyor, salona oyuncak taşımıyor. Ne hoş değil mi? 7 yaştan sonra her şey tepetaklak olsa da Yağız ile ilk 6 yılımız süperdi. İşin komik tarafı bunları ben öğrettim ben yetiştirdim sanıyordum. Büyük gururluydum anlayacağınız :)

Neyse işin o tarafı ayrı bir konu 6 yaşa kadar kendi kendine oynuyormuydu? Evet oynuyordu.

Benim çocuğum yalnız başına oynamıyor diyenlere o zamanlar; "arada yalnız bırak çok ağlamadığı sürece sorun yok tek kalmaya alışsın veya oyun kur nasıl oynanacağını öğret ve işim var diyerek çocuktan izin iste kaybol" derdim. O dönem de konuştuğum bir pedagog da bunun doğru olduğunu söylemişti. Ama işte gel gelelim kazın ayağı Ela da değişti.

Hatırlıyorum daha Ela 3 aylıktı zorla uyurdu tam daldığın da ben parmak ucunda mutfağa kaçmaya çalışırken gözü kapalı basardı çığlığı. Bu denemelerim sürekli de devam etti bir oyuncağa daldığında yine odadan sıvışma çabalarım hiç sonuç vermedi. Abi, baba, ben kim varsa dikti tepesine. Büyüdükçe, dili pabuç gibi oldukça "kızım sen biraz bebeğinle oyna benim mutfakta biraz işim var" diyerek anlaşma yapayım dedim sökmedi oda geldi tezgah üstünde oturdu birlikte yemek yaptık. Bu çocuk yalnız kalmayı öğrenmeli diye diye 3 yaşa geldik sonuç hala aynı. Yalnız başına oynamıyor. 

Yalnız oynamadığı gibi birlikte oyun kurduğumda ise sadece 10 dk takılıyor ve sıkıldım başka bir şey oynayalım demeye başlıyor. 10 dk bir farklı bir oyun bulabilecek kapasiteye maalesef sahip değilim.

pakolino




Bu konu da en büyük destekçim 12 aylık üyeliğimin olduğu pakolino aktivite kutuları. Her ay gelen kutudan 3 farklı aktivite çıkıyor ve ben en zor zamanlar da çıkarıp kutuda ki etkinlikleri yaptırıyorum. Birde iş yerinde fırsat buldukça okul öncesi sitelerinden çıktı alıp evde birlikte yapıyoruz. Evcilik oynamayı 5 dk dan fazla beceremiyor Yağız'ın oynamasını istiyor ama 10 yaşında ki çocuk da evcilik oynamıyor :)









2 yaşına kadar zaten çocuklardan böyle bir şey beklememek gerekiyor. Hele ki önüne yeni alınmış bir oyuncak koyarak al bakalım oyna demek ve dakikalarca tek başına oynamasını beklemek biraz saçma olur. Yeni alınan oyuncağı önce birlikte keşfetmek birlikte öğrenmek, ve çocuğa da yol göstermek gerekli. Tüm bunlara rağmen hala yalnız başına oynamıyorsa Ela dan bir tane de sizde var demektir :)

Pazar günü evdeyken her 10 dk da bir sıkıldım başka oyun oynayalım diyen Ela'ya "yeter artık kızım benim de işim var sen yalnız başına oyuncaklarınla oynayabilirsin" dedim ve karşılığında "annecim ben konuşarak oynamayı seviyorum oyuncaklarla tek başıma sohbet edemem ki" dedi. Ne diyeyim şimdi?
Sonra da ekliyor "seninle oynamayı da çok seviyorum biliyormusun" falan diyerek beni yeni bir oyuna sürüklüyor :)

Birde bu konunun vicdan kısmı var. İlk gelip oynayalım anne dediğinde elimde ki tüm işi gücü bırakıyorum "özlüyor çocuk vakit geçireyim"mantığım devreye giriyor. 10 dk sonra sıkılıyor başka bir oyun istiyor "tamam doymadı çocuk diyerek hemen yeni bir şeyler yaratıyorum" 10 dk sonra "evcilik oynayalım mı ben işe gideyim sen torununa bak diyerek elime bebek veriyor" bende bir hüzün havası açıklama yaparak oyuna dahil oluyorum. 10 dk sonra yeni bir oyun beklentisiyle yine karşıma dikildiğinde "kullanıyormu bu çocuk ampülleri yanıyor beynimde" ama yine son bir kez daha oynayayım doysun diye bastırıyorum kendimi. Tabii yetmiyor 10 dk sonra "anne başka bir şey mi oynasak acaba" dediği anda bana geliyor gelenler ne vicdan kalıyor ne hüzün. Sonra ben işime koyuluyorum oda peşimde zır zır geziyor. İş derken kastım sürekli ev toplamak, silmek süpürmek değil kendim için bir şeyler yapmak için de vakit yaratmam gerekiyor. Sonra güzelce Ela ya bunu anlatıyorum ama nafile 10 dk "tamam anne" diyerek ortadan kayboluyor o sıra da Yağız dan sesler geliyorsa anlıyorum ki gitti onu rahatsız ediyor. Sonra hoppp yeni bir oyuna oturuyoruz. Ev işleri yaparken zaten onu da dahil ediyorum işimi aksatsada birlikte toz alıyor, birlikte süpürüyoruz. Kitap okuyacaksam da onunda eline kitap verip yanıma oturtuyorum ama oda 10 dk sürüyor.

Sizce de bu çocuk beni kullanmıyor mu? :))

Bu arada nedense baba ile oynamıyor onu sadece uyuma evresinde kullanıyor. Babam yatırsın, babam giydirsin vs gibi...

Biliyorum ki bir çok annenin şikayeti bu yönde. Kendi kendine yarım saat oynasa fena olmaz umutlarındayız. Bunun tamamen çocuğun karakterlerine bağlı olduğuna artık inanmış durumdayım. Okulla birlikte törpülenebilir ama geri kalan süreci anne/baba değil çocuk kendi belirleyecek gibi görünüyor.

Hadi hayırlısı :)


devamı »

23 May 2016

Yetişe(meye)n Anne

yorulan anneler


Ya da başlıkta şöyle bir düzeltme yapalım; "her şeye yetiştiğini sana anne"

İşte kendimi bazen böyle sanıyorum. Yetiştim her şeye işte derken arkama bir bakıyorum değişen hiç bir şey olmamış ya da kendi sorgulamam yetmiyormuş gibi bir komşum ya her hangi bir arkadaşım çıkıyor "ee bu olmuş mu" diyor ben hopppp "ya aslında ben hiç bir şeye yetişemiyorum" psikolojisine dönüyorum. Tamam o an asla bunu belli etmiyorum ama insan evladıyım sonuçta illa motivasyonum düşüyor.

Annem bana çok sık "amann sen hepsini halledersin" yorumunu yapar. Ama bunu bilinçli gaz vermek için yapmaz anlarım. Evliyken ya da bekarken ya da anneyken kimseye eyvallah etmeyip kendi işimi hallettiğim için bunu der bilirim.(evlendikten sonra sırtımı eşime dayadım o da ayrı bir konu) Yapamadığım da ya da yetiştiremediğim de de bayağı şaşırır. Eşim de de bu böyle hasta olsam yatmam ayakta atlatırım kötü olayım çok şaşırır. Hasta olmaya hakkım yokmuş gibi. Evin içinde mutsuz olmaya hakkım yokmuş gibi ben aşıladım çocuklara ben sinirliysem bir garip oluyorlar. (daha çok damarıma basıyorlar o ayrı:) )

Ben seviyorum bu davranışları şikayetim yok. Ama bazı anlar sözel falan değil fiziken destek arıyorum. Mesela annem aradıysa "aaa bunu yapamadın mı ben yaparım" desin ve ya eşim "çok yorgun görünüyorsun yat dinlen" desin. Tamam ben yardım istediğim de yapıyorlar eyvallah ama istemeden yapsalar diyorum hani. Biraz şımarsam biraz koltuklarım kabarsa :)

Ben böyle bazen yaptığım işe ya da yapmayı düşündüklerime destek beklerken bir patavatsız illa beni bulur valla hiç kaçırmazlar dürüst derler kendilerine ama bence dürüstlükle alakası yok. Kendi kıçını yataktan kaldıramaz kalkar benim 2 ara da derede okuduğum kitabın lafını sokar. Bekardır makyaj yapmaya vakit bulamaz ben sabahın köründe kalkar makyajımı da çocuğumun kahvaltısını da hallederim ama gelir seni tek lafıyla yerle bir eder.

Kendimi inanılmaz motive eden, gaza getiren ve hatta kendi kendimi mutlu edebilen bir insanım. Bana ne iyi geleceğini bilir illa vakit yaratır yaparım. Ama işte pis huyum gelir biri tek lafıyla modumu düşürür buna maalesef engel olamıyorum. Burda bahsettiğim tabii ki kendini negatif konuşmaya adayan, sürekli birilerini eleştirmeye çalışanlar yoksa işim ile olumsuz eleştiri yapılabilir hatta bloğum hakkında da yapılabilir kabul ama iş - ev - çocuk üçgenim de ki koşturmam da laf söylendiği anda bu eşim bile olsa hayat enerjim yerle bir oluyor. Sonra kendimi ayağa kaldırmak yine bana düşüyor. Bunu bildiğim için genel de böyle insanlardan uzak duruyorum ama son zamanlar da herkesin beyni sulanmış durum da insanlar birbirine saldırmaya yer arıyor kimden ne duyacağın belli olmuyor.

Çocukları bile koruyamadığımız bu ülke de belki çok fazla şey bekliyorum ama bu beklentiden asla vazgeçmeyeceğim. Hepimize yetecek kadar yer yüzünde mutlu olma sebepleri var. Birini kırmak ya da üzmek yerine biraz aynalara bakıp mutsuz olan yüzümüzü güldürsek hiç fena olmaz.

Gerçekten çalışan ya da çalışmayan her kadının bir dünya koşturması var. İnsanın kendi yorgunluğu, kendi stresi yetiyor. Bunların üstüne hayatı daha da zorlaştırmaya hiç gerek yok.

Bu yüzden vurulması gereken yerde vurduğunuz insanları takdir edilmesi gereken yerde de takdir edin valla bir şey kaybetmezsiniz ;)

Ve sonuç olarak herkese ve her şeye yetişmek zorunda değiliz aslında bu tamamen bizim mükemmel olma çabalarımız. Her ne kadar mükemmel anne yoktur desekte içten içe kendi ile savaşan her şeye yetişmeye çalışan bir ruhumuz var. Onu serbest bıraktığımız an her şey yoluna girecek ;)

4 gün iznim boyunca 1 günü Eskişehir'i gezdik diğer 3 gün eve hapsoldum da ondan bu isyan :) Aşırı dozda Ela ile etkinlik, koşturmaca, uyku kavgalarına maruz kaldım bugün anca toparlarım kendimi :))

Dipnot: Yağız bile Ela ile oynamaktan o kadar yorulmuş ki sabah "ohh be tatil bitti" diyerek okula gitti gerisini siz düşünün.

Sevgiler,
Mutlu bir hafta dilerim...





devamı »

17 May 2016

Çocuklarınız için doğal bir gelecek: KÖY

Yemyeşil bir doğada hayatı keşfederek büyümek çocuklarınızın en doğal hakkı. Yapılan araştırmalara göre doğa ile iç içe büyüyen çocuklar, apartmanların içine sıkışarak yaşayan çocuklara göre pek çok avantaja sahip oluyor.
Philadelphia Çocuk Hastanesi, Gastroenteroloji ve Beslenme Bölümü doktorlarından Dr. Burdette ve Dr. Whitaker,  açık havada zaman geçiren çocukların fiziksel ve zihinsel olarak daha gelişkin olduklarının altını çiziyor. Yale Üniversitesi Doğa Bilimi Profesörlerinden Dr. Kellet ise, açık havada, doğada düzenli olarak zaman geçiren çocukların stressiz ve dikkat süreleri daha uzun çocuklar olduğunu dile getiriyor.

Doğa ile iç içe yaşayan çocuklar için keşfetmek, günlük hayatın bir parçası haline geliyor. Gözlemleme yetileri artan çocuklar araştırmacı, sorgulayan bir karaktere sahip oluyor.
Açık havada zaman geçiren çocuklar üzerine yapılan araştırmalar sonucunda, doğal çevrede düzenli olarak zaman geçiren çocukların daha üretken, stressiz ve dikkat sürelerinin daha uzun olduğunu net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Pek çok araştırma, açık havada alınan gün ışığının D vitamini sentezi sağlayan etkisiyle, öğrenmeyi ve üretimi etkilediğini, bağışıklık sistemi için hayati önem taşıdığını, biyolojik saati düzenlediğini ve çocukların daha mutlu olmasını sağladığını gösteriyor.
Doğal çevrede büyüyen çocuklar, diğer çocuklara göre daha girişken ve daha sosyal oluyor. Bu durum ilerleyen yaşlarda çocuğun daha kolay arkadaş edinmesini ve hayata daha sıkı tutunmasını sağlıyor.
Doğanın çocuklara faydası saymakla bitmiyor. Siz de hem çocuğunuzun yemyeşil bir doğa içinde büyüyüp, hayatı daha güzel yaşamasını istiyor hem de geleceği için iyi bir yatırım yapmak istiyorsanız sizi KÖY’e davet ediyoruz.
Şehrin doğası: KÖY
Siyahkalem, Emlak Konut güvencesiyle, yeni ulaşım ve alt yapı yatırımları ile İstanbul’un gün geçtikçe değerlenen bölgesi Zekeriyaköy’de, vazgeçemediğiniz şehir yaşamını, yemyeşil bir doğa içinde KÖY ‘de size sunuyor. İçinde ÇarşıKÖY’ünden spor alanlarına, oyun parklarından okuluna pek çok olanakları barındıran KÖY ’de her zaman hayalini kurduğunuz hayat, uygun ödeme koşullarıyla sizi bekliyor. Siz de hem kendi geleceğiniz hem de çocuğunuzun geleceği için doğru bir yatırım yapın ve KÖY’de yerinizi alın.
Ayrıntılı bilgi almak için tıklayınız. 

Bir boomads advertorial içeriğidir.
devamı »

Hoşgeldin Kreş Seçimi

kreş seçimi

Yağız'da yaşadığım bu süreci resmen unutuşum. Tabii Yağız döneminde bu kadar anaokulu seçeneği de yoktu. Karar vermekte çok zor değildi.

Ama şimdi resmen kaos ortamı olmuş durumda. İnanılmaz rakamlar dolaşıyor şoklardayım. Çok küçük olduğu için devlete de vermem mümkün değil mecburen bütçeye uygun özel anaokulu aramaya devam edeceğim. Tabii ben böyle aranırken erken kayıt dönemini de kaçırmış oldum. Gerçi erken dönem kayıtta da %50 indirim yapmadıkları için çok üzülemeyeceğim :)

Neyse gelelim kriterlere 3 yaş küçük bir yaş grubu olduğu için daha bir ön elemeden geçiriyorum.

Ne istiyoruz?
* Güvenilir, ilgili bir kurum olsun.
* Yemekler dışarıdan gelmesin okul içinde yapılıyor olsun.
* Öğretmeni ve okul müdürü ile kolay iletişim sağlayabileyim.
* Öğrenci bilgilendirmesi günlük olsun.
* Çat kapı gitmemden, çocuğumu gözetlemek istememden yönetim rahatsız olmasın.
* Sosyal imkanları olsun ( ee o kadar para veriyoruz) not: okul içinde havuz olmasa da olur :)
* Okul müdürü bana müşteri gibi davranıp ticarethane yuvası gibi hissetmeme sebep olmasın.
* Anlaştığımız tutar sonrasın da yıl ortasından kalkıp bizden para istemesinler.
* Evimize yakın olsun (tabii de ben Bursa'nın bir ucunda çalışıyorum evde çocuğu karşılayacak kimse yok yakın olsa ne olacak henüz emin değilim)
* Çok fazla branş dersi olmasın, öncelik oyun olsun.
* Sınıflar yaş ve aylarına göre ayrılmış olsun ama çok da kalabalık olmasın.
* Mümkünse abartılı vaatleri olmasın hiç samimi gelmiyor. 3 yaşında ki çocuktan bilim insanı yaratacakmış gibi konuşuyorlar.
* Eğitime bakış açıları, kaç senelik tecrübelerinin olduğu, aynı kadro ne kadar uzun süredir çalışıyor hepsi çok önemli.
Eee az biraz da makul bir fiyat olsun. Bahsedilen tutarlar da aylık kredi ödemesiyle koca ev aldık bu nedir bu kadar çözemedim :)
 aaa unutuyordum kızımın da özel isteği var okul pembe olsun diyor en önemli kriterimiz bu :))

Kafamda deli sorular var. Not ettiğim okullar var aylık bin ikiyüz liradan aşağı okul henüz bulamadık. Broşürler çok renkli albenili, gereksiz derece de vaatler çok yüksek.

Referans olarak bazı ailelere soruyorum biri okulundan çok memnun bir diğeri aa çok kötü ben oradan aldım çocuğumu diyor. Çünkü herkesin beklentisi farklı bu yüzden referansla değil sanırım içimize sinen okulu seçmek gerekli.

Bunları düşünüp not ederken bile içim bir tuhaf oluyor. Ela minyon tipli bir çocuk benim gözümde hiç büyümüyor koca insan gibi laf sokmalarını saymazsak 3,5 yaşında bile diyemem 1-2 yaşında o benim için hiç büyümesin istiyorum. Yağız da daha aceleciydim bir büyüse, okula gitse derdim. Birlikte bir şeyler yapmak için can atardım. Şimdi ilkokulu bitirmek üzere.

O yüzden Ela'yı daha bir sindirerek büyütüyorum. Sanki okula gitse birden büyüyecekmiş gibi geliyor. Diğer taraftan da evde ne kadar sıkıldığını görüyorum.

Evet ben yine annelik, vicdan gibi duygulara bağlamadan yazımı sonlandırayım yoksa gelinlik kız olana kadar uzar bu konu kreş falan hikaye olur :)

Sevgiler,



devamı »

12 May 2016

Yaz Meyvelerinin Mucizeleri

meyvelerin kalorileri

Yaz mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte, yaz meyveleri de birer birer tezgâhlardaki yerini almaya başladı. Mevsiminde tüketilen meyvelerin vücudumuza birçok fayda sağladığı ve bilinçli tüketildiğinde kilo kontrolüne de katkı sağladığı biliniyor. Beslenme ve Diyet Uzmanı Nil Şahin Gürhan,  tatlı ihtiyacının asil elemanlarının meyveler olduğuna dikkat çekerek, en çok tüketilen yaz meyvelerinin faydalarını ve kalorilerini açıkladı.
  • Dut:  100 gramında 8.1 oranında karbonhidrat, 1.3 gram protein, 1.5 gram lif içeren dutun içerisinde 260 mg oranında potasyum bulunur ve yaklaşık 44 kaloridir. Protein içeriği diğer meyvelere kıyasla daha fazla olan dut yaz meyvelerini vazgeçilmezlerindendir. Kırmızı ve kara dutun ağız içerisindeki yaralara fayda sağladığı bilinmektedir. Lifli bir meyve olması sayesinde sindirim sistemi rahatsızlıklarına iyi gelir. Aynı zamanda dutun yapısında bulunan bulunan flavonoidler kalp sağlığının korunmasında da fayda sağlar.
  • İncir: 100 gramında 19.8 gram karbonhidrat, 0.75 gram protein, 2.9 gram lif içeren incirin 100 gramı yaklaşık 75 kaloridir. Enerji yoğunluğu diğer meyveler göre daha yüksektir. Lifli yapısı sayesinde sindirim sistemi problemi yaşayan bireyler için oldukça ideal bir meyvedir. Karbonhidrat içeriğinin yüksek olması sebebiyle özellikle diyabet hastalarının çok dikkatli tüketmesi gerekir. Yüksek oranda antioksidan içermesiyle yaşlanmaya karşı meydan okumakla kalmaz, kalsiyum içeriği sayesinde çocuklar ve hamileler için oldukça önemli bir meyvedir.
  • Kayısı: 100 gramının içerisinde 11.12 gram karbonhidrat, 1.4 gram protein, 2 gram kadar lif bulunan kayısı yaz meyvelerinin vazgeçilmezlerindendir. 100 gramı yaklaşık olarak 48 kalori olan kayısı 3-4 adet tüketildiğinde 1 porsiyon meyve yerine geçer. A ve C vitamini açısından zengin olmasıyla birlikte potasyum, demir ve magnezyum açısından da oldukça zengin bir meyvedir. Bileşiminden dolayı kabızlığa meydan okuyucu bir özelliğe sahip olmasının yanı sıra akciğer ve mide kanserine karşı koruyucu etkisi olduğu bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Potasyum içeriği sayesinde tansiyonun düzenlenmesinde önemlidir. Gelişme çağındaki çocukların zihinsel gelişimleri için oldukça faydalı bir meyvedir.
  • Kiraz: 100 gramı 65 kalori, 22.9 gram karbonhidrat, 1 gram kadar protein içeren kiraz 2.1 gram kadar lif içeriği sayesinde kabızlık problemi yaşayan bireylerin kurtarıcısı olur. Tansiyonun düzenlenmesinde oldukça etkilidir üstelik idrar söktürücü işlev görür. Vücuttaki ödemin atılmasına destek sağlarken kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu etkisi vardır. İçeriğindeki melatonin etken maddesi sayesinde vücudu gevşetip rahat bir uyku düzenine geçiş sağlar. Ürik asit ve ürat kristallerinin vücuttan atılmasına destek sağlar. İçeriğindeki betakaroten sayesinde kanserden koruyucu etkisi vardır.
  • Karpuz: %95 oranında su içeren ve 100 gramı yaklaşık 30 kalori olan yaz meyvelerinin vazgeçilmezi karpuz 7.5 gram karbonhidrat, 0.6 gram protein, 0.4 gram lif içeriğine sahiptir. Kalorisinin büyük bir bölümü karbonhidrattan geldiği için kan şekerinin kontrolünü bozmaması açısından,  tüketirken yanında peynir gibi bir protein kaynağı ile tercih etmeliyiz. Karpuz serinletici etkisi sayesinde menapoz dönemindeki kadınların ve hamilelerin kurtarıcısıdır. Su oranı yüksek, lif içeriği az olduğu sindirimi oldukça kolaydır. Böbreklerin aktif bir şekilde çalışmasına destek sağlar. İçeriğindeki likopen sayesinde kanserin oluşumunu ve gelişimini önleyici etkisi vardır.
  • Kavun: 100 gramı yaklaşık 28 kalori olan kavun da karpuz gibi sulu olan yaz meyvelerindendir. 6.8 gram kadar karbonhidrat, 1 gram kadar protein içeriğine sahiptir. Ayrıca C vitamini açısından da zengin bir meyvedir. Su oranı yüksek bir meyvedir. Folik asit, potasyum içeriği oldukça zengin bir meyvedir. Böbreklerdeki toksik maddelerin temizlenmesinde aktif rol oynar. Bunun yanı sıra kalp sağlığının korunmasına yardımcıdır. İçeriğindeki beta karoten sayesinde antioksidan özellik gösterir. Tadının tatlı olmasıyla ve serinletici etkisi sayesinde yazın tercih edilen sağlık içeren meyvelerindendir.
  • Şeftali:  Yapısında 9.54 gram karbonhidrat,  0.9 gram kadar protein ve 1.5 gram kadar lif içeriği bulunan şeftalinin 1 porsiyonu yaklaşık orta boy büyüklüğündedir ve 47 kalori civarındadır. Lif içeriği zengin bir meyve olan şeftaliyi kabuğu ile birlikte tüketmek çok daha sağlıklıdır. Sıcak yaz günlerinde tansiyonun dengelenmesi için oldukça ideal bir meyvedir.  Aynı zamanda C vitamini açısından da zengin bir meyve olan şeftali bağışıklık sistemimizin güçlenmesi için de oldukça faydalı bir meyvedir.  Görme duyumuzun gelişmesinde ve vücudumuzun savunma mekanizmasının gelişiminde aktif rol oynar.
  • Üzüm: Yaklaşık 100 gram kadar olan bir salkımındaki karbonhidrat miktarı 18.1 gram olan 0.7 gram kadar protein ve 0.9 gram kadar lif bulunan üzüm güçlü bir antioksidan kaynağıdır.  Karbonhidrat içeriği zengin olması sebebiyle özellikle diyabetik bireylerin çok dikkatli tüketmesi gereken üzümün içeriğindeki resveratrol sayesinde kansere karşı vücudu koruyucu etki sağlar. Bunun yanı sıra quarcetin içermesi ile dolaşım ve sindirim sistemine destek sağlar, bireylerdeki kabızlık problemlerini önleyici etki gösterir. Kötü kolesterol dediğimiz LDL’nin vücudumuzda oksidasyona uğramasını önleyici etkisi vardır.
  • Çilek: 100 gramında yaklaşık 5.5 gram kadar karbonhidrat, 0.8 gram protein ve 2 gram kadar lif içermektedir. C vitamini açısından oldukça zengin bir meyve olan çilek bağışıklık sistemimizin güçlü olmasına fayda sağlar. Lif içeriği ve sulu bir meyve olması sayesinde kabızlığı giderici etkisi mevcuttur.  Potasyum içeriğinin yüksek olması sayesinde tansiyonumuzun dengelenmesine de fayda sağlar.
  • Armut: 1 orta boyu 1 porsiyon meyveye eş olan armut 100 gramında 12.4 gram karbonhidrat, 2.9 gram lif bulundurur. Zengin lif içeriği sayesinde kabuklarıyla birlikte tüketildiğinde sindirim sistemine faydası oldukça fazladır ve uzun süre tokluk sağlar. Kan basıncının dengelenmesinde de rol oynar. Bireylerde osteoporoz görülme riskini düşürdüğü araştırmalarla ispatlanmıştır. Folik asit içeriğinin zengin olması sayesinde hamilelik döneminde tüketilmesi oldukça faydalıdır.

Üzüm (100gr)                   69 kalori
Şeftali (100gr)                 40 kalori
Kiraz (100gr)                     63 kalori
Armut (100gr)                  52 kalori
Kayısı (100gr)                   48 kalori

*basın bülteni
devamı »

11 May 2016

Çocuğu Kim Yıkamalı?

çocukları babamı yıkamalı annemi

Bana bu sıra "çocukları kim yıkıyor"sorusu sıkça sorulur oldu. Öz babaların çocuklarını taciz ettiği haberlerini okuduğumuz bugünler de insanlar kendi çocuk yetiştirmelerini sorguluyor hatta babalarına çocuk yıkatmaya çekinir oldu.

Biz çocukları doğduktan 2 yaşına kadar eşimle birlikte yıkadık. Ve kim yıkarsa yıkasın duşa çocukla birlikte çıplak girmedik.( bebekken de böyleydi) ve çocukla birlikte asla duş almadık.

Şuan Yağız 10 yaşında ve 7 yaşından beri kendi yıkanıyor. Ela ise 3 yaşında sadece ben yıkıyorum. Anneanne bakıyor ama onun bile kendisini yıkamasına izin vermiyor. Altı bezliyken de sadece babasının, benim ve annemin bez değiştirmesine izin verirdi zor da kaldığında dede bezini çıkarmak istese asla elletmezdi bunu biz aşılamadık tabii ki ama çocuk hangi uygulamaya alışıyorsa öyle gidiyor.

Hamileyken araştırdığım bir konuydu bu; Çocukları kim yıkamalı? Ne şekilde yıkanırken müdahale edilmeli?
Okuduklarım arasında kızları anne, erkekleri de babaları yıkaması yazıyordu. Yağız'ı 3-4 yaşına kadar ben yıkadım kendi yıkanmayı öğrensin diye de onu hep teşvik ettim sonra görevi babası devraldı oda aynen devam etti evet şimdi kendi yıkanıyor ama bir şey lazım olduğunda yine koşup ben yanına gidiyorum. Benden utanmaması gerektiğini sürekli anlatıyorum. Yani erkek çocuğun sorumluluğu tamamen babadadır diye kenara çekilmedim. Anne ve babadan utanılmaması gerektiğini aşılamak gerekli diye düşünüyorum.

Ela duşa ya da tuvalete girdiğinde Yağız girmiyor ama Ela'da bu sıra merak başladığı için Yağız yıkanırken ısrarla ona bakmak istiyor :) "abicim bakmıcam sadece tarağımı alacağım" gibi numaraları sökmüyor tabii bu durumda Yağız kapıları kilitlemeye başladı benim de ev için de en ayar olduğum şey kapı kilitlenmesidir :)

Bu arada bizler de ne Ela'nın ne de Yağız'ın önünde soyunup duş almıyoruz. Çıplaklık ayıp değil ama hepimiz özel bölgelerimizi kapamalıyız diye yeri geldikçe sohbet eder gibi anlatıyoruz.

Bizim nesil ayıp kelimesiyle çok fazla haşır neşir olarak büyüdü. Bir çok sorumuzun cevabı "aaa çok ayıp"tı. Ve bir çok konuyu ayıp diye büyüklerimizle konuşmaya çekindik. Hala daha öyledir. İlk adet olduğumuz dönemlerde annelerimiz karşımıza alıp konuşmadı resmen akışına bırakarak öğrendik. İlk gece korkusunu da kimseye danışamadan yalnız başına aştık. Bunların etkileri üzerinde kalan bir çok yetişkin var. Bu yüzdendir ki yeni nesil için "ayıp" kelimesi kullanmak yanlış olur. Daha bilinçliler bizim gibi "bebekleri leyleklerin getirdiğine"ikna olmuyorlar. Bu yüzden merak ettiklerini bizlerle konuşabilmesi bizlerin de ayıp kelimesini aşıp yaşlarına göre ikna edici bir şekilde açıklama yapabilmesi her şeyden çok önemli.

Bu yüzden biz çocuklara karşı çok fazla "ayıp"kelimesini kullanmamaya çalışıyoruz. Tabii büyüklere bunu anlatmak çok zor onlar hala en ufak bir şeyde "ayıp" diyorlar ama ben hemen arkalarından kulaklarına "öyle çok da ayıp olmadığını bana sorabileceğini" fısıldıyorum.

Doğru ya da yanlış hepimiz çocuklarımızı korumak için mücadele ediyoruz. Bizim yaptığımız doğru ötekinin ki yanlış deme hakkına da sahip değilim. Herkes çocuklarının karakterine aile yapısına göre kendince çizgi belirliyor. Tek emin olduğum bu zaman da kimseye güvenmemek ve çocuklarımızı akraba ya da konu komşuya emanet etmemek.

Sevgiler,






devamı »

6 May 2016

Yeni Doğan Bebekler Öpülmemeli!


yeni doğan bebek bakımı
sıkıyorsa öp bakışı :))
Yeni doğum yapan annelerin en büyük derdi; ziyarete gelen eş, dost, akrabaların sevgi göstergesi olan öpme çabalarını engellemektir. Bunu bende 2 çocukta yaşadım.

Millet olarak şunu artık öğrenmemiz gerekir ki bebekler öpülmez KOKLANIR.

Hatta yeni doğan bebeği ziyarete gidiyorsanız koklayacak bile olsanız kucağınıza almayın. Özellikle yaz hariç bir dönem de bu kadar etrafta salgın kol gezerken hafif vücut kırgınlığınız bile olsa ziyaretinizi erteleyin. Emin olun yeni anne sizi anlayışla karşılayacaktır hatta bu ince düşünceniz için size fazlasıyla saygı duyacaktır.

Hatırlıyorum hastaneye ziyarete gelen bir misafirimiz daha bir kaç saatlik bebeğimi kucağına alıp şapur şapur öptü ve ben narkozun etkisiyle tepki bile veremedim. Buna gerçekten gerek yok. Evet millet olarak bebekleri çok seviyoruz ve sevgi göstergemiz genelde sıkı sıkı sarılmak ve öpmek. Ama bunu yeni doğana yapmayın. Yeni doğum yapan anneleri anlayın kırmamak için kucağınıza veremem ya da dokunmayın, öpmeyin bebeğimi diyemiyorlar deseler anında "görmemişin çocuğu olmuş, ukala işte" gibi yakıştırmalara maruz kalırlar. Bu yüzden siz bebeğe mikrop bulaştırma riskini almayın lohusa anneyi de boşuna stresi sokmayın.

Biz yetişkinlerin ağız florasında bize zarar vermeden yaşayan virüsler var siz bebeği öperken virüsler ona geçebilir ve bize zarar vermeyen bu virüsler daha bağışıklığı gelişmemiş olan bebek cildine ciddi zararlar verebilir. Hasta olmasından öte grip ve dışarıdan aldığı mikroptan ölen bebekler var bunları hepimiz okuyor ve duyuyoruz göz ardı etmemekte fayda var.

Ela ilk 3 ay çok ağlayan bir bebekti sürekli babasının omuzunda uyuyordu. Bir süre sonra Ela'nın yanakları kırmızı ve pütürlü bir hal aldı. Doktora götürdük ve babasının üstünde uyuduğu için ve omuzuna yatırırken temiz bir bez yaymadığı için tişörtten mikrop kapmış olabileceğini öğrendik. Kremlerle geçmişti. Ama o günden sonra 3 ay boyunca omuzumuza yatıracaksak bile temiz bir omuz örtüsü yaydık.

Birde aman yüzünü öpmeyelim elini öpelim mevzusu var. Bebeklerin ilk keşfettikleri yer elleridir bunu unutuyorlar. Yani ha elini öpmüşsünüz ha yüzünü sonuç aynı noktaya varıyor. Karşıdan sevin mümkünse :)

Makyajlı, ellerinizi yıkamadan, dışarıdan geldiğiniz üstünüzle mümkün oldukça yeni doğan bebeklerden uzak durun.

Neyse ki benim etrafımda çok fazla söz dinlemeyen büyükler yoktu. Ama kendimi biliyorum ki asla ellemeyin çocuğuma diyemezdim evet bu çocuğumun iyiliği için bile olsa kalp kıracağım diye ağzımı açamazdım neyse ki beni zorlayan da olmadı ve atlattık.

Tek tek ziyaretçileri de bir kenara bırakırsak asıl en tehlikelisi daha 1 aylık bile olmadan eve ortalama 30-40 kişiyi toplayıp bebek mevlüdü yapmak. Evet bu bir türk geleneğidir bende yaptım ama mümkünse bebeğin kırkının çıkması beklenmeli. Ve büyüklere tembihlenerek bütün misafirlerin kucağında bebeğin gezdirilmesine izin verilmemeli. Gittiğim bir mevlüdde herkesin de kucaktan kucağa gezen bebeği öptüğüne şahit olmuşluğum var :) Bunu gören yeni doğum yapan annenin stresini anlatamam. Sırf kimse kırılmasın diye lohusa bir anneye bunu yaşatmaya gerek yok.

Bir başka sıkıntı ise; gelen misafirin ısrarla bebeği kendi çocuğunun kucağına vermek istemesi. Neymiş kardeş ister mi bakalım diye tepkisini ölçecekmiş ya da çocuğu bebekleri çok seviyormuş kucağına bir alsınmış. En kızdığım tipler bunlar. Sende bu yollardan geçmiş bir insansan bu mantığın ne kadar yanlış olduğunu biliyor olman lazım. Çocuğuna o bebeğin çok minik olduğunu kucağında rahat edemeyebileceğini anlatabiliyor olman gerekiyor. Burada yine bir çok bebeğin annesi atlatıp "aa yok asla kucağına verdiremem" diyemiyor olabilir ve kendince içi içini yiyerek olanları izlemekle yetinmeye çalışabilir.

Kısaca; umarım bu yazı bebekleri kucağına almayı çok seven bir kaç kişiye denk gelir ve okur. Lütfen ne anneyi strese sokun ne de bebeği riske atın. Unutmayın siz bebeğin anne babası değilsiniz bebeğe bir şey olsa ona bakacak üzülecek tek kişi anne babasıdır. Ve oraya gidiş amacınızın sadece anne babayı tebrik edip sevinçlerini paylaşmak olduğunu bir an bile aklınızdan çıkarmayın.

Yeni doğan kime denir?
     Uzmanlar ilk 28 günlük dönemi yeni doğan olarak adlandırıyor. Bana göre ise 40 gün bebeğe yeni doğan muamelesi yapılmalı ;)

Not: Tabii yazı boyunca kucağa alınmasın, öpülmesin diyoruz ama yeni doğmuş bir bebeğin en çok ihtiyacı olan şey de kucaklanmaktır. Ama altını çizerek söylüyorum ki bu hak sadece anne babanındır ;)








devamı »

5 May 2016

Evde ki Ceza Yöntemleri

Daha önce bu konu ile ilgili yazmışım.(TIK TIK)  Fakat Yağız a artık bu yöntemler işlemiyor. Örnek vermek gerekirse artık ceza olarak elinden tableti almak, ya da en sevdiği bir şeyi bir müddet yasaklamak onu daha da öfkelendiriyor. Ve aynı şeyleri bu sefer inadına yapıyor. Uzlaşma sağlayabileceğimiz bazı noktaları araştırıp not ettim ve evde uyguladım. Bize uymayanları eledim, uyan maddeleri kendimce geliştirmeye çalışarak yola devam ettim. Hala ediyorum.

* Şuan tableti yasak. Ama bu ceza anlamında yasak değil. Birlikte karar aldık. Okullar kapanana kadar ortadan kaldırdık. Okullar kapanınca günde 2 saat olarak şimdilik anlaşmamız mevcut. Tableti verirken yazılı onayını alacağım bu ilk taktiğimiz. Böylece verdiği sözleri unutması zor olur. Yazılı sözlerin hepsini saklıyorum ;)

* Suçlayıcı kelimelerin çoğunu rafa kaldırdım. "Bu çöpleri salonun orta yerine sen mi attın" yerine ikisene de hitaben (ayırmadan) suçlu aramadan; "sinirli olduğumu çöplerin yerinin burası olmadığını şimdi kalkıp bana yardım etmeleri gerektiğini"söylüyorum. Böylece kimse ben yapmadım o yaptı cümlesini kuramıyor hatta ara ara birbirlerini uyardıklarına da şahit oldum. Bir taşla iki kuş ;)

* Yazmak Yağız ile aramda ki en iyi iletişim yöntemi olmuş durumda. Bazen ona anlatmak istediğimi konuşarak anlatıp ikna edemediğim de not olarak yazıp çalışma masasına yapıştırıyorum. Sabah notlarımı okuduğun da daha bir ılımlı yaklaşıp hatasını anlayabilecek şekilde özür dileyebiliyor. Tabii ki bazı zamanlar özür dilerim sözcüğünün 1 gün sonrasın da aynı hatayı yapabiliyor. Ve ben yine azimle aynı taktikleri uyguluyorum.

* Bir ara kızdığım da en sevdiği ayakkbıları olan futbol ayakkabılarını saklama yöntemini uyguluyordum. Çok öfkeleniyor bir de üzerine insanı delirtircesine zırlayarak ağlıyordu ( artık hiç yok diyemiyorum bu huyunu henüz bırakmadı) Baktım inatlaşma uzuyor ve sadece ayakkabılarına tekrar sahip olmak için benden özür diliyor. Bunu anladığım da kendimi çok suçlu hissettim. Çocuğu resmen ellerimle çıkarları için savaşmaya itekliyordum. Bunu da oturup konuştuk. Örnek vermek gerekirse; bahçede top oynamaktan geç geldiğinde ceza olarak ayakkabılarını saklamak yerine "buna çok kızdığımı ve sofra saatini kaçırdığı için kendisine peynir ekmek hazırlamak zorunda kalacağını" açıkladım. Başta sallamadı öyle yemekle de arası pek yok ama baktı aç açına yatılmıyor kendince ekmek arası yaptı. Vicdansız gibi görünebilirim ama uygulama tuttu bir sonra ki gece sofra saatinde evde oldu ;) Kıyamayıp ona kalkıp yemek ısıtsaydım eminim sonra ki akşam nasılsa annem beni aç bırakmaz mantığıyla vaktinde evde olmayacaktı.

Şimdilik uygulayabildiklerim bunlar. Aslında kısacası bizim evde CEZA YÖNTEMİ falan yok. Uzlaşma ve hatasını anlamasına yardımcı olma var. Ve ben Yağız'a böyle davrandıkça Ela'ya karşı daha sabırlı olduğumu hissediyorum. Amacım öncelikle çocuklarımın; işledikleri bir suç karşısın da ceza alarak kendilerini değersiz hissetmeleri yerine "her şeyi tekrar düzeltmek için ne yapabilirim?" diye düşünmelerini sağlamak.

Kendi açımdan bakınca da evde ne kadar az kriz yaşanırsa ben daha az gergin oluyorum. Zaten günün yorgunluğunu stresini düşününce basit bir kaç yöntemi kendime huy edinerek daha sakin bir ev hayatı geçirebilirim. Bizler böyle büyümediğimiz için bu yöntemlere kendimizi alıştırmak oldukça zorlayıcı ve zaman istiyor. Ama yine de evde ki huzurum için her şeyi yapmaya hazırım. Tabii buna herkesi ortak ederek ;)

Not: Bunlar tamamen kitaplardan okuyarak, uzmanlardan dinleyerek kendimce kendi çocuklarımın karakterlerine göre belirlediğim yöntemlerdir. Asla kimseye akıl vermek gibi bir niyetim yoktur ;) Çünkü henüz kelin ilacı olsa kendi başına sürer kısmında çırpınmaya devam ediyorum.

Sevgiler,
Snapchat: gulsahonen
devamı »

3 May 2016

Tüm Unutkan Anneler’in Anneler Günü kutlu olsun!



Anneler Günü geldi çattı… “Hep daha iyisi” diyerek bebeklerin ve annelerin isteklerine her zaman en iyi şekilde cevap veren, Türkiye’nin yeni bebek bezi ve ıslak havlu markası Sleepy, Unutkan Anneler’e teşekkür ederek onları unutmadığını gösterdi.
Bir zamanlar uyku kelimesini en sıcak kelime olarak tanımlayan, %50 indirimleri ve yeni sezon çantaları kaçırmayan, en son çıkan filmlere en önce giden, yemek keyfinden asla ödün vermeyen, küçük bir temizlikten sonra bile en az 3 saat dinlenen ve fönsüz dışarı adımını atmayan ama bir gün, dünyalarını değiştiren o büyük mutluluk ile birlikte dünyaları unutan tüm Unutkan Anneler’in Anneler Günü’nü büyük bir coşku ile kutladı.
Kendilerini çocuklarına adaya Unutkan Anneler’i unutmayan Sleepy, Anneler Günü için özel olarak hazırladığı ajandası ile de tüm annelerin kalbini çalmayı başardı. #unutkananneler hashtag’ini kullanarak Instagram ve Twitter sayfalarında paylaşımda bulunan ve Mayıs Ayı boyunca market.sleepy.com.tr adresinden alışveriş yapan herkese dağıtılacak bu ajanda ile tüm bir yıl mutluluk ve bol bol gülümsemeyle geçecek.
http://www.unutkananneler.com/
Sleepy, en sevdikleri pastanın son dilimini her zaman çocuklarına ayıran ve gerçek sevginin ne anlama geldiğini varlıklarıyla kanıtlayan Unutkan Anneler’e “İyi ki varsınız…” diyor ve kalpten bir teşekkür gönderiyor.



Bir boomads advertorial içeriğidir.
devamı »

2 May 2016

Çocukların Her İstedikleri Alınır mı?

Kabul etmem gerekir ki karı koca olarak çocuk yetiştirme de en zayıf olduğumuz noktalardan biri bu konu. Belki çalışıyor olmamızın vicdanı belki de sırf yüzleri gülsün diye doğruluğuna inanmadan yaptığımız bir eylem.

Yağız'da Ela'da öyle kendini yerden yere atarak bir şey isteyen çocuklar değil. Hele Yağız oyuncakçı da göz gezdirir sadece minik bir araba alıp çıkardı. Okulla birlikte beybled gibi takıntıları oldu ama çok kısa sürdü. Bugün 10 yaşında ve oyuncakla falan işi yok. Onu en büyük derdi kıyafet :)

Tabii oyuncak sevmiyor ve o dönemi geri de bırakmış olsa da evde en çok istekleri bitmeyen kişi Yağız. Daha geçen ay futbol ayakkabısı diye önümden arkamdan ağladı. Bir de aklına düştümü hemen olması için elinden geleni yapar. Sürekli gözünün içine bakar, tamam annecim cümlesini çok kullanır, hep kulağıma hatırlatma geçer ve sürekli babasının tabletinden google görsellerden fotoğraf toplayıp "aa bak süper ayakkabı değil mi" gibi bilinç altımıza günlerce işler. İşe giderken, gün ortası telefonla, iş dönüşü, sofra hazırlanırken, yatarken, oynarken hep hatırlatma geçer bir an olsun aklımızdan çıkmasına izin vermez. Hal böyle olunca biz bir vicdan azabı yapıyoruz. Ya ben ya babası gidip alıyoruz. 1 hafta bize minnettar geziyor. Evin en uyumlu bireyi şeklinde takılması sadece 3 gün sürüyor. Sonra hoppp aynı doyumsuz Yağız.

Geçen ay ki futbol ayakkabısı gündeminden sonra alıp mutlu ettik kurtulduk sandık ama geçen hafta futbolcu kartları sevdası başladı. Aman Allah'ım sanki almazsam ölecekmiş gibi anlatıyor. Mutsuzum dedi ya alırsanız ancak mutlu olabilirim dedi baştan yine acaba alsam mı dedim ama yok yani 2 haftadır hiç susmuyor baktım hep aynı taktikler. Alıcam desem ne zaman alcaksın soruları bitmez. Almayacağım desem yapabileceği ne kadar huysuzluk, gözyaşı, sinir hepsini kullanacak. Sabah güzelce anlattım kalktı bana "sen çok istediğin bir çantayı alamasan mutsuz olmaz mısın dedi" damardan vurduğu konuya bak hele.
Bende "evet mutsuz olur üzülürüm ama bunu alabilecek kadar param var mı diye de kendimi sorgularım dedim" "senin paran var mı peki harçlık alıyorsun topluyormusun dedim" 10tl si varmış kartlar 40tl."bu ay okulda yemekhaneye para vermesem yemek yemesem alabilirim" dedi. O an bir gözlerimi patlatacaktım ama sakinleşip "1 ay boyunca aç kalıp hasta olursan alacağın kartlarla oynayacak sağlığın olmayabilir"dedim. Sabah sabah çanta kolumda, servis aşağıda beni bekliyor kapının önünde geçtiğim sınavı varın siz düşünün.
Baktım gözünden bir damla yaş aktı. "sakın ağlama ben çok üzülüyor mutsuz oluyorum"dedim. "Ama ben okulda yasak olan sadece evde tek başına oynayabileceğin bir karta bu kadar para vermek istemiyorum"dedim. Ve öperek çıktım çünkü salya sümük ağlama moduna geçerse bu sabrı ve sukuneti kendimde bulamam diyerek korktum. İşe gelene kadar da vicdan yaptım değer mi bu kadar üzmeye zaten çok da bir şey istemiyor diye ama yok yani babasıyla da konuştuk ALMAYACAĞIZ. Alırsam hatırlatın bana bu sözümü :)

Çünkü gerçekten bunun sonu yok. Biliyorum ki haftaya başka bir istekle karşımıza çıkacak. Ve maddi manevi her şeyi bu kadar karşılamak ilerde onu daha da mutsuz bir insan yapacak. Burada anne/babanın aynı kararlılıkla HAYIR diyebilmesi çok önemli. Bilipte uygulamaya çalışmak ya da uygulayamamakta resmen bizlerin sınavı :)

Sabah beri psikiyatri siteleri ve çocuk gelişim kitapları karıştırıyorum :) Bildiğim şeyleri tekrar okumak cidden iyi geliyor. En azından aklımda kalan gözyaşlarına kapılıp yarattığım vicdan azabını kenara bırakmama sebep oluyor. O yüzden her ne kadar kitaplara göre çocuk büyütülmez denilse de ben yine de teselliyi kitaplarda buluyorum.

“HAYIR” DİYEBİLMEK NEDEN ÖNEMLİ?

Burada atlanmaması gereken çocukların yaşları ile birlikte isteklerinin de büyüyebileceğidir. Anne-babalar çocuklarının bir gün istediklerini yapamayacaklarını düşünerek, ileride mutsuz olmasına neden olabilecek zeminler hazırlamamalıdır. Hayır diyebilmenin önemi: • Her istediği yapılan bir çocuk büyüdükçe daha farklı sosyal ortamlar içerisine girecek ve herkes onun isteklerine cevap veremeyecektir. Bu çocuk için hayal kırıklığı anlamına gelecek, yenilgi ve reddedilme duygusu yaşayacaktır. • Temel ihtiyaçların yanı sıra anne babalar tarafından çocuğa sunulacak fırsatlar tabi ki olmalıdır. Ancak bunların abartılmadan ve zamanlamasının çok yerinde olmasına dikkat etmek gerekir. Yoksa yaşanılan doyumsuzluk sorumsuzluğa doğru gidecektir. • Sınır koymak gerçek ihtiyaçlarını belirleyebilmesini öğretir. Bu ilerideki yaşantısında bütçesini ayarlayabilmesine, imkanların sınırsız olamayacağına anlamasını sağlar. • İstediği bir şeyi alamadığında da mutlu olabileceğini, mutluluğun maddiyatla eş değer olmadığını öğrenir. • Küçükken her istediği karşılanan bir çocuğun büyüdükçe isteklerinin karşılanamaması anne babaya karşı güvensizlik yaratır. Artık eskisi kadar sevilmediğini, değer verilmediğini düşünmesine yol açar. 
kaynak

Ela ya gelince; o şimdilik küçük şeylerle mutlu olabiliyor kandırılması henüz çok kolay :) Bir oje bir ruj ver eline ondan mutlusu olmaz :) Yaşları ilerledikçe taktiklerin de boyut değiştirmesi gerekiyor. Çünkü bir ilkokul ortamında ki çocuğu ikna etmekle 3 yaşında ki ikna etmek arasında uçurum gibi bir fark var. Ve yine konu iletişime geliyor. Gerekirse saatlerce oturup bir çok şeyi çocukla sohbet eder gibi konuşmak daha çözüm odaklı oluyor. Tabii buna vakit bulabilmek herkes için nasılsa benim için de o kadar zor olabiliyor. Yine de gün içinde değmeyecek insanlara ayırdığımız enerjinin boşa gittiğini düşünürsek çocuklara daha bir fazla enerji ayırıp geleceği kazanmanın daha bir teselli edici olduğunu fark edebiliriz diye düşünüyorum.(kendime gaz vermeyi seviyorum ya :)) )

Yaşı kaç olursa olsun hepsinin dönem dönem istekleri var. Sizler çocuklarınızın istekleri karşısın da nasıl davranıyorsunuz?

Mutlu bir hafta dilerim,
Sevgiler


devamı »
Bumerang - Yazarkafe